
Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 ne yazık ki ekonomiye de büyük darbeler vurdu. Bu süreçte pek çok sektör iş yapamaz duruma geldi ve birçok insan işten çıkarıldı ya da kepenk kapattı. Ekonomik açıdan sıkıntıda olan pek çok insan evine ekmek götüremez duruma geldi, refah düzeyi düştü ve maalesef ki kuruş hesabı yapar olduk.
Oysaki ruhsal sağlamlıktan ancak belirli bir refah düzeyine gelindiğinde bahsedebiliyoruz. Peki, ekonomik açıdan geçirdiğimiz bu süreçte ruhsal olarak neler yaşadık? Önce öfkelendik, isyan ettik; belki sisteme, belki hastalığa, belki devletin ekonomi politikalarına, sonra; ya bir daha iş bulamazsam stresi sardı dört bir yanımızı, belki yana yakıla iş aradık, belki çaresiz hissederek sürecin normalleşmesini bekledik. Kimimiz bir şekilde geçinmek için yeni bir yol buldu, kimimiz evinde oturup yaşadığı tüm bu olumsuzluklara kâh öfkelenerek kâh susarak içinde yaşadığı bin bir fırtınayla baş etmeye çalışarak bekledi.
Mart ayından bu yana içinde bulunduğumuz süreçten olumsuz etkilenen tüm insanlar yoğun mutsuzluk ve umutsuzluk duyguları ile baş etmeye çalışıyor. Günlük hissedilen bu duygular uzun süreli ve sürekli yaşandığı takdirde insanlar depresyon ya da anksiyete (kaygı bozukluğu) gibi ruhsal değişimlerle tanışmak durumunda kalıyor. Bu doğrultuda kendisindeki ruhsal değişimin bilinçli olarak farkında olan ya da olmayan bazı gruplar üretkenlikle, evde kendi imkânları ile üretebildikleri sanatsal objelerle, bazıları sporla, yoga ve meditasyonla yakalamaya çalıştıkları ruhsal dinginlikle, bazıları ise kültürel olarak kendilerini geliştirerek süreçle ve sürecin getirdiği duygularla mücadele etmeye çalışıyor.
Ben bu yazımda sizlere depresyon ya da anksiyete ölçütlerinden bahsetmeyeceğim. Arzu edenler DSM-5 kitapçığından bu konularla ilgili bilgi alabilirler. İçinde yaşadığımız bu süreçte size bu olumsuz duygularla ‘nasıl baş edebileceğiniz’ konusunda da bilgi vermeyeceğim. Sizlere hatırlatmak istediğim bu duyguların tüm dünyaca yaşandığı yani evrensel olduğu ve yaşadığımız bu duyguların sürece bağlı olarak geliştiği. Aslında hayat akışının her zaman değişken olduğu ve iyi ya da kötü olarak belleğimizde etiketlediğimiz tüm deneyimlerin beraberinde getirdiği duyguları ‘baş etme’ propagandası altında olduğundan daha olumsuz manalar yüklemeye çalışmak yerine, bu duyguları neden hissettiğimizi anlamaya ve içselleştirmeye çalışmamızın kendi akışımıza yararı olacağını hatırlatmak isterim.
Bunun yöntemi ise kendimizi dinlemek için günde 15 dakika bile olsa zaman ayırmak, hiçbir uyaranın olmadığı, sadece sessizce oturup kendinizle baş başa kalabileceğiniz, aklınızdan geçenleri düşünmeye ve belki yazarak, belki kendi kendine anlatarak (ses kaydı alınabilir) duyguları bir şekilde ifade etmeye çalışmak. Her gün bu çalışmayı yaparak aslında; ‘Ben dün ne hissediyordum, bugün ne değişti ya da ne aynı?’ sorularıyla kendimizi anlama ve tanıma kapısını aralamış oluyoruz. Geleceğin bize neler getireceği konusunda bir fikrimiz yok belki ama bugün neler hissettiğimiz ya da yaşadığımız bizi yönlendirecek olan bir etken, o nedenle lütfen kendinize vakit ayırın ve kendinizi dinleyin.
Bu uygulamayı yapmaya karar verirseniz yaşadıklarınızı benimle gönüllü olarak paylaşabilmeniz için mail adresimi bırakıyorum. Paylaşacağınız her bilgi etik kurallar çerçevesinde sadece siz ve ben arasında kalacaktır. Sağlıklı günler dilerim.
Psikolojik Danışman
Buse ÖZMEN
(Mail: [email protected])
Bunlara da bakabilirsiniz...
Madalyonun Diğer Yüzü: Via
Yaşamımızda Duygusal Zekanın Yeri
Sınav Kaygısı
Anne-Baba Olarak Tutum Ve Davranışlarımız
Motivasyona Farklı Bir Bakış: Hazsal Bilinçdışı
Teknoloji Ve İnternetin Esiri Mi Olduk?
Oyunun Çocuk Gelişimine Etkisi
Sosyal Medyada Beğeni Almak Neden Bu Kadar Önemli?
Anoreksiya Nervoza